Sevgili Zafer Özdemir’in ardından…
Bir insan bu dünyadaki mücadelesini tamamladıktan sonra, onu tanıyan ve sevenler, yakınları, akrabaları, onun ardından daima pişmanlık duyarlar: Kaybettikleri insan için ona daha fazla zaman ayırmadıkları, onu daha fazla aramadıkları veya dostlarını daha sık ziyaret etmedikleri için pişmanlık duyulur. Onu kırmış iseler bundan ötürü duyulan derin pişmanlık, hemen herkesin tattığı bir duygu olmalıdır. Bu pişmanlık duyguları, devam eden hayatımızda çok kısa bir süreliğine bizi sarsar ama yaradılışımıza uygun yaşantımıza kaldığımız yerden devam ederiz.
Zafer’in vefat ettiği haberini alır almaz, hemen aklımdan bu düşünceler geçti. Zihnimi yokladım. Bu tür duygular ve aşkın düşünceler içerisinde kalıp kalmadığımı kontrol ettim. Hayır, Zafer’e karşı bir pişmanlığım yoktu. Rahatladım. Bir arkadaşımı kaybetmiş olmanın yüreğimde doğurduğu daralma, bu sayede bir nebze de olsa hafiflemişti.
Öğrencilik sonrası farklı şehirlerde yaşamak durumunda kalmak, ister istemez görüşmeyi tesadüflere veya seyrek gerçekleşen vesilelere bırakıyor. Bu sebeple öğrencilik sonrası çok görüşemesek de Zafer Özdemir’in mütebessim siması her zaman hatırımda kazılı oldu. Sosyal medyanın yaygınlaşması sayesinde iletişim kanallarının çoğalması, dostlarla iletişimin devam etmesinde kolaylaştırıcı bir etki uyandırdı. Bu sayede Sevgili Zafer’le var olan muhabbet bağları tazelendi. Vefatından iki sene kadar önce, yine kendisinin organize ettiği Marmara İletişim 87 mezunlarının kahvaltılı buluşmasında görüşmüş, hasret gidermiştik.
Dört sene boyunca aynı sınıfta öğrenci olmak, dört sene boyunca en ufak bir kırgınlığın tarafı olmamak değerli ve özel bir durum olmalıdır. Sevgili Zafer’i bunalıma düşmüş, kasvetli, üzüntülü, öfkeli yahut aşırı bir vaziyette hiç görmedim. Her zaman sakin, genellikle yüzünden eksik etmediği hafif tebessümüyle herkesle saygıya dayalı bir iletişim kurması, dikkate olduğu kadar, takdire de şayan idi. Yapmacık değildi. Sempatik görünme kaygısı taşımıyordu. Yüreğindeki insan sevgisi, her görüş ve anlayış sahibiyle iletişim kurmasını kolaylaştırıyordu. Şahsen ben, dört sene aynı sınıfta okuduğum Zafer’in dünya görüşü hakkında sağlam bir fikir sahibi olamadım. Sonrasında da bu vaziyet değişmedi. Çünkü onunla iletişimimiz insanca idi. Aramıza izm ve ona bağlı ideolojiler girememişti. Böyle olunca, önyargı ve hesaplardan arınmış bir muhabbet köprüsü kurulabiliyordu.
Sevgili Zafer gibi bir grup arkadaşımız, Anadolu’dan İstanbul’a gelip de tutunmayı başarmış, tırnaklarıyla bir yerlere gelebilmişti. Ne kadar zor şartlarda yaşadığının şahidiyim. Bir iki pantolon, bir mont ile tamamlanan öğrencilik. Geceleri adliye muhabirliği yaparak gazetecilikte tutunma çabası, sabah uykusuz vaziyette okula gelmeye mani olamıyordu. Meslek aşkı ile hayat şartlarının zorlaması bir araya gelince, aşılamayan zorluk kalmıyordu. Nitekim gazetecilikte başlayan mücadele, hoca olarak sona ermişti.
Zafer gibi biz de ağzımızda gümüş kaşıkla dünyaya gelemedik ama Zafer çok daha zor şartları göğüslemek durumunda kalan arkadaşlarımızdan oldu. Pes etmedi. Mücadele etti ve kazandı. Bizim de kalbimizi kazandı. Biz onu sevdik, ondan yana razıydık. Mevla’m da ondan razı olur inşallah. Mekânın cennet olsun. Ruhun şad olsun dostum.
Dursun Kuveloğlu